SPONTANE EGE GEZİMİZ

16-24 Ağustos 2013 


     Bu geziyi planlarken çok farklı fikirlerimiz vardı. Normalde 15 gün içinde Olympos'tan başlayıp Ege sahillerinden dolaşarak Bozcaada'da bitirmekti planımız. Fakat şartların gerektirdiği şekilde hareket etmek zorunda kaldık. Tatil süremiz 8 güne kısalınca alternatif planlar yapmak zorunda kaldık. en başta Sakarya Festivaliyle başlayıp oradan Ayvalık-Asos-Edremit turunu planladık. Fakat
tatmin etmeyeceğini düşünerek yola çıkmamıza 2 gün kala Bodrum-Şirince-Efes-Çeşme rotasını çizdik.
     Yola çıkmadan öncelikle motorumun bazı bakımlarını Murat kardeşimle yaptık.Yağ filtresi, hava filtresi, buji ve yağ değiştirdik. Tuning camı taktık. Amortisörler sertleştirdik.


     Bu tarz bakım ve onarımları maliyetsiz ve motosikletimi tanımak amaçlı kendim yapmaya çalışıyorum. Usta çatalı gösteremesek de kusurumuza bakmayın.:)
     
Demiştim rotamızı 2 gün kala çizdik diye sadece rota vardı, kalacağımız yerler yeyip içeceklerimiz gezip göreceklerimiz tam bir muammaydı tedirginlikten çok heyecanlıydı.:) Zaten o rotaları gezen, bilen arkadaşlarımızın yardımlarıyla ortada kalmadık.

Bu da rotamız:


     İlk gün 16 Ağustos Cuma her zamanki gibi erkenden kalkıp işe gittik öğleden sonra izinlerimizi alıp eşyalarımızı motorumuza yükleyip 15:30 Yenikapı-Mudanya feribotuna binmek üzere yola çıktık. bu saatte çıkmamızın sebebi hem tatile olabildiğince erken başlayabilmek hem de Manisa'daki arkadaşlarımızda bir gece kalıp vakit geçirmekti. 17:30 da indiğimiz feribottan 320 km yolu 20:30 da tek sigara molasıyla tamamladık. 
    
 Arkadaşlarımızla hasret giderip Manisa'nın meşhur kebabından yedik. Uzun zamandır görüşemediğimizden konuşacak konu birikmiş sabah 4'e kadar oturmuşuz. Haliyle ertesi gün kalkıp bir kahvaltı faslı derken çıkışımız 10:30'u buldu.

Çıkmadan bir Manisa hatırası fotoğraf aldık.

     Sonrasında Manisa-İzmir-Selçuk arası 120 km yolu yer yer bol kıvrımlı virajlar yer yer otobanlar keyifli bir sürüşle 13:00 de Şirince'ye vardık.

      Şirince; çok küçük, halkı genellikle Rum kökenli, tarih kokan ve şaraplarıyla ün salan bir köy. Burada çekebildiğimiz kadar fotoğraf çekip, tadabildiğimiz kadar şarap tattık. İlk olarak köyün girişinde bulunan önceleri şarap evi olarak kullanılan ve sonradan Taş Mektep Müzesi'ne devşirilen yerde o dönemde okumuş çocukların karnesi, aşı kartı ve bunun gibi belgelerin sergilendiği otantik bir mekanı var, görmenizi tavsiye ederim. Tatil süresince sadece Şirince'de havanın azizliğine uğradık ve kısa ama etkili bir yaz yağmuruna yakalandık.Bu sayede güzel fotoğraflar çıktı.  
   
Hiç tatmadığım şarap çeşitlerini burada denedik; kavunlu, şeftalili, çilekli,  karadut, ayvalı, elmalı ve minimum daha tadamadığımız çeşitleri vardı. Zaten her birini tatmaya kalksam bir motor sürücüsü yerine pilot olarak yoluma devam edebilirdim...
 


     
TAŞ MEKTEP MÜZESİ


Bir gün beraber sipariş verebiliriz buradan. ÇAPULCU ŞARAPEVİ


 ...Efes'e devam...


    Bambaşka bir yer, bambaşka bir şehir, her şey o kadar ilginç geldi ki bana; yapılış amaçları, nasıl ortaya çıkarıldığı büyüledi beni. Nasıl sıralasam; en başta şehrin kanalizasyon kanalları, sonra her duvarda her parçada sanatsal ögelerin barınması ve yapıldığı yüzyıldaki imkansızlıklarla bunların oluşturulması akıl sınırlarımı zorladı.Bence soyutsal olarak Türkiye'nin piramitleri burası .

Bir diğer ilginç gelen kısım ise bu şehrin kazılarak ve hala kazı işlemleri devam ederek zedelemeden ortaya çıkarılması ne büyük bir sabır örneği:)


     Neyse vakit iyice ilerliyor akşam olmadan Bodruma gitmeliyiz ve kalacak yer bulmalıyız. Koyuluyoruz yola tekrardan.... Yol boyunca hiç yemediğim kadar ağır ve sürekli lodos yemiştim, sınırlarımı zorladı. Belkide acele ederek ortalama 130-140 km hıza ulaşmaya çalıştığım için olabilir.

Söke civarına geldiğimizde yol kenarında bulunan sıralı restoranlardan Emine Ablanın yerinde yemeğimizi yedik. İşletme sahipleri çok sevecen ve hürmetkar insanlardı. Löp löp etlerimizi yiyip kahvelerimizi içtikten sonra koyulduk yola, dönüş yolunda buraya tekrar uğrayacağımızı bilmeden düşünmeden..


     Mükemmel doğa manzarası ve kıvrımlı yollar eşliğinde Bodrum'a gelmeden girişte Güvercinlik'te duruyoruz, güneşin batışını izliyoruz bir sigara bir foto.. yola koyuluyoruz. Bodrum'a girdiğimizde hava kararmak üzereydi.



     Nerede kalacağımız konusunda ise bir klasik olan Zetaş Kampingi tercih ediyoruz. Zetaş Kamping yer olarak Gümbet sahiline 10 metre uzaklıkta çok  merkezi, ağaçlarla çevrili küçük bir yer. Alanın içerisinde wc, duş, sıcak su, mutfak, ortak buzdolabı var.Beni hiç etkilemedi ama olumsuz yanı ise çok merkezi olmasından kaynaklı çevresinde bulunan gece kulüplerinin yüksek müzik sesleri uyurken rahatsız edebilecek olması. Fiyatı ise kişi başı 15 tl ve çadır 5 tl . 


     Her neyse.. çadırımızı kurup yerleşikten sonra ne yapmamız konusunda marketten içecek bir şeyler alarak buza koyup dibimizdeki sahilde şezlonglara yatarak ay ışığında yorgunluk atmak konusunda karar verdik.


     İçecekleri buza koymak demişken bu durum benim tatilde tek misyonum oldu. Her gün marketten bir güne yetecek kadar içecek ve buz  alıp bunları poşette birleştirip topcase i mahzen olarak kullanıyordum; canımın çektiğini, manzarasını sevdiğim, muhabbetinden hoşlandığım yerlerde açıp içiyordum.

      Her neyse gece saat 3 gibi bir sonraki gezi tempomuza hazırlanmak için çadırımıza geçtik ertesi gün uyanır uyamaz dibimizde bulunan sahilde ayılmak için denize girdik.

Suyun soğukluğu geceki baygınlığımı almakta epey işe yaradı:)

Duşumuzu alıp gece marketten aldığımız kahvaltılıklarımızı gömdükten sonra, atladık motorumuza. Bodrum turuna.... Liseli yıllarımda her yıl yazları Bodrum'da dağıtım ve servis işinde çalıştığımdan Bodrum benim için evimin içiydi:) her yerini didik didik bilirim, bu yüzden nereleri gezeceğimiz, nerenin denizine gireceğimiz konusunda sorunumuz yoktu.



  Başladık yarımadayı toz duman etmeye Bitez'den başladık Ortakenet'e... Ortakent'te tecrübelerimden edindiğim bir site sahilinde denize girdik, devamında Akyarlara giderken bir marketten yiyecekler alıp öğlen öğünümüzü bir kavaklıkta hallettik, devamında Akyalarlarda bulunan Karaincir Plajı'nda denize girdik Karaincir Plajıyla ilgili önceden dikkat etmediğim bir izlenimim denize sahilden değil, restoranlardan giriyorsun. 

     Nasıl yani? Restoranlar denize 0 hatta denizin içinde yeyip içip hemen denize sarılıyorsun. İlginç ve güzel.



Devam ediyoruz, Turgutreis. Burada bir markete  girip fazla oyalanmadan Gümüşlük'te bulunan tavşan adasına gidiyoruz Adaya paçalarımızı sıyırarak adım adım gittik fakat adada kazı çalışması olduğu için giremeden önünde bir foto,sigara, ...ayrılıyoruz.




      Planım akşam olmadan, -bilen bilir- Yalıkavak'ta bulunan Bodrum'un en yüksek tepesinde yel değirmenleri eşliğinde gün batımı izlemek. Yetiştik fakat telefonların ve fotoğraf makinasının şarjının bitmesinden dolayı o anı ölümsüzleştiremedik, neyse o da yetti bize. Döndük  Gümbet'e. Gündüz gözümüze ilişen kumrucuda yemek yedik kumrucunun adı Çılgın Kumrucu'ydu, Düşündük kumruya yakışır tabir olan "çılgın" kelimesi cuk oturmuştu. Çeşmede de kumru yedim fakat bu kumrucununkiler  enfesti, mükemmeldi. Çıkarken özellikle eline sağlık dedim ustaya, fiyatlarda uygundu. Bordum'un iyi gelen yanlarından  biri de buydu. Fiyatlar İstanbul'dan alıştığımız fiyatlardan ucuzdu. Bu memnun etti beni. Yeme içme faslı bittiğinde gece barlar sokağına gittik. Eskiden hatırladığım o barlar sokağında aşırı gürültü aşırı eğlence aşırı alkol yani barlar sokağını barlar sokağı yapan ögeler yoktu. Yerini sakin mütevazi bir pazara, bir AVM ye bırakmıştı sanki. Hoşuma gitmedi umduğunu bulamak....


Barlar sokağında Bir waffle yeyip Bodrum-Gümbet arasında bulunan şarapçı abilerimiz uğrak yeri olan tepeye çıktım.
     Eşsiz  Bodrum manzarasını izleyerek 1 saat kadar oturup, çadıra döndük.


 Ertesi gün için barlar sokağını dolaşırken bir yat turu ayarlamıştık. Sabah erken kalktık barlar sokağında bulunan bir pastahaneden kahvaltımızı yaptık ve hoş bir dumur burada oldu: 4 porsiyon börek ve 3 çaya kafamda biçtiğim İstanbul fiyatı olan 25 tl yerine 13 tl verdim. Bir yanlışlık olmasın diye neler yediğimi söyledim işletme sahibine, doğru dedi... allah allah bence hala bir yanlışlık var :)
    

...Neyse bindik yatımıza, 
   

...Bodrumun eşsiz koylarına gittik


...her  durduğu yerde yüzdük

                                                                                                                                                       
.. yatın ikinci katından atladık, bol bol güneşlendik. 


Sırt çantamızda buzla beraber fason soktuğumuz yiyecek ve içecekleri tükettik. Epey eğlendik ve yorulduk.

 
     
     Akşamına kamp alanına dönüp, duşumuzu alıp, giyinip kuşandık. Çıktık bu kez Gümbet gecelerini denemeye.. Gümbet, barbar sokağından daha cıvıl cıvıl daha ışıl ışıl, kurtarılmış bölge:)  Bu arada yemek yemediğimizi farkettik açıktık yine gözümüze ilişen bir çorbacıya gittik. 
     
Sakatat çorbalarını o kadar özlemişim, içmeyeli uzun zaman olmuş ki 1 kase kelle paça, 1 kase tuzlama içtim. Haliyle davul gibi oldum.Bu işi de tamamladıktan sonra bir önceki gece gittiğim şarapçı mekanına tekrar gittim biraz oturdum.


Bu arada km yi dörtlüyorum:)

  Bodrumda yaşayan motorcu bir abimizle bira içip muhabbet ettik.

 Çadırımıza döndük ertesi gün ne yapacağımızı bilmeden, umursamadan. Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra bodrumdan daha fazla kalmanın vakit kaybı olacağını düşündük son kez denize girip hesabımızı kapatıp düştük yollara...


                                     
     Hedef Çeşme....

   Yollarda bacaklarım uyuştuğundan dolayı koruma demirlerine abanarak choppermış gibi takılıyorum.

     Hava çok sıcak. Vücuduma çarpan rüzgar, asfaltın verdiği  ısıyla daha da bir sıcak geliyor. Yine motor sürmekte zorlanıyorum zaten tatil boyunca motor sürerken hep hava şartlarından dert yandım. Geriye şöyle bir bakıyorum da biz motosiklet sürücüleri yağmurdan, rüzgardan,sıcaktan ,trafikten dert yanıyoruz hep... Yok mu bunun bir optimumu bence hava parçalı bulutlu, rüzgarsız, sıcaklık 25 derece civarı, trafik yok denecek kadar az olursa optimumu sağlanır :) Havanın sıcaklığından etkilendiğimiz için öğlen -önce de uğradığım- Söke'deki yerde yemek yedikten sonra 1-2 saat uyudum. 


 İzmir üzerinden geçip hava kararmadan, Çeşme'ye 5 km uzaklıkta Çiftlikköy'de bulunan kamp alanına vardık. Çeşme'ye ilk defa gitmeme rağmen burası için de Bodrum gibi hazırlıklıydım nitekim geçen yıl Çeşme'de kamp yapan dostum Emre Özer  neler yapabileceğim konusunda detaylı bir mail atmıştı kendisine tekrardan teşekkür ediyorum. Yazdıklarına 3 aşağı 5 yukarı bağlı kaldım işimi kolaylaştırdı.
     Kamp alanı geniş, zemini deniz kumu, fazla ağaçlık olmayan bir yerdi. Bambu ağaçlarının yapraklarından çadırlar için geniş aralıklarda yer yapılmış ve görüntüsü hoştu. 



Kamp alanına girişinde bulunan tulumbadan yüzümü yıkıyorum su içiyorum. Nereden bilebilirdim tuzlu su olduğunu :(

Duş ile wc pek kullanışlı değildi, o yüzden duş işini gittiğimiz sahillerdeki duşlarda hallediyorduk. 20 metre ilerisinde rüzgar sörfü aktiviteleriyle ünlü pırlanta koyu var.


    Kamp alanının ikinci olumsuz yönü ise; gece, önü açık olduğu için denizden gelen tüm rüzgarı alıyordu. Dışarıda oturamıyorduk ama çadırın içindeyken rüzgarın çadıra çarpış etkisiyle dalga seslerini dinlemek paha biçilemez bir dinginlik veriyordu. Kampa vardıktan sonra aksilikler silsilesi bizi bekliyordu... Kız arkadaşımın su geçirmez diye aldığı telefonuna su kaçmıştı daha bu ironiyi atlatamadan yatağımızın patlamış olduğunu farkettik. Neyse ki 24 saat açık carrefur vardı 5 km ötemizde Çeşme'de. Oraya yeni yatak almaya giderken benzinimiz bitti. İşte bu isyan noktasıydı. Ne oluyoruz dedim kendi kendime...Gecenin bir vakti motorumu o ıssız yere bırakıp atladık dolmuşa doğru benzin istasyonuna Çeşme'ye... O anda yanımızda fazla nakit yoktu motora dönüş için tek dolmuş parası kalmıştı cebimde, kız arkadaşımın eline kendi telefonumu verip geri gelip alacağımı söyleyerek bindim minibüse. 1-2 km gittikten sonra bende aniden şimşekler çaktı. eenneeem motorun anahtarı Ayşenur'da kaldı. Minibüsçüye durumu anlatıp paramı geri alıp indim minübusten. Geri geldim Ayşenur'u bıraktığım noktaya ama yoktu orada oradan geçen birinden telefonunu ödünç alıp aradım kapalıydı. Sonradan öğrendim kendi hattını taktığını. İyice dertlendim sağa bakıyorum yok, sola bakıyorum yok. Neyse olduğum yerde bir 10 dk sabit durduktan sonra yolun karşısından belirdi Ayşenur ... O da farketmiş anahtarın onda kaldığını para çekip motorun yanına gidecekmiş, neyse ki orada buluşabildik. Diğer sorun olan yatak için de yeni yatak bulamadığımız için alternatif bir çözüm ürettik. Patlak yeri bulup bali ve kauçuk bez ile yarayı tedavi ettik. Çok nadir hava kaçırıyordu. Arada bir hava basarak geri kalan tatil süresince idare ettik.

     O günün de sabahında yine aynı seremoni gece marketten alınan kahvaltılıklar kendi demlediğimiz çayımız...


     Kahvaltı faslı bittikten sonra Ilıca sahiline gitmek üzere atladık motorumuza. Öncesinde Çeşme Kalesi'ni gezmeliyiz ne de olsa Efes'e girerken müze kart almıştım, burayı da gezmeliyiz:)
     
Kale dışarıdan çok basit görünümlü içerisi ise dış görünüşünden dolayı yanlış ön-yargıya kapıldığını ağlatarak farkına vardırıyor.


Müzeye çevrilmiş, çeşitli bulgular sergileniyordu; Osmanlı-Rus savaşlarını anlatan duvar slaytları, kafa büyüklüğünde gülleler, boyumun 3 katı uzunluğunda çapalar var.




      Ilıca sahili, yaklaşık 3 km uzunluğunda 30 m. genişliğinde kumsala sahip. Kumları altın sarısı kıvamında ve denizin suyu o kadar berrak ve dinlendiriciydi ki defalarca suya yüzüstü  ölü gibi yatıyordum nefesimin yettiği yere kadar çocuk gibi denizinin dibini izliyordum. 



     Bu sahilde 1 saat kadar uyumak güzeldi. Yine bir eşleştirmeye girecek olursak burası da Türkiye'nin Maldivleri. Buranın benzersizliğinin farkından  olan işletmeler fiyatları oldukça yükseltmiş. Mesela Sheraton'a ait sahil kafede şezlong fiyatları 60 tl idi. Yiyecek, duş wc ve diğer ekstraları saymıyorum. Diğer yerlerde ise şezlong 30 tl duş, wc ve diğer ekstraları yine saymıyorum bu fiyatlarla kendimce bir sorgulama yaptım. Bodrum'da yat turuna 25 tl verip uçsuz bucaksız koyları gezdik, öğle yemeğimizi yedik, duş, wc de ücretsizdi. Yemişim şezlongunu zaten:)
    Ilıca sahilinde kendimce gölge bir yer bulup buz-yiyecek,içecek-topcase uygulamasına burada da devam ettim.


    Hava kararmaya yakın yine gün batımını izledim.


     Yeri gelmişken böyle yerlerde fazla yüksek binaların olmaması havanın temiz ve aydınlatma ihtiyacının fazla olmaması sayesinde gün batımı gün doğumu, yıldızları ve ayı keyifle seyredebiliyorsun, mest ediyor insanı. Kamp alanına dönmeden bir de Çeşmenin içini dolaşıyoruz ünlü bir kumrucuda berbat bir kumru yiyoruz çarşıyı, marinayı dolaşıyoruz. Kafamda kalanlar ise; marinadaki cafe ve restoranların zevkli ve işinin ehli insanlarca tasarlandığı. Ayrıntılara takılmayan ben bile bu ayrıntıları tespit ettim.


       Hepsinde göze hoş gelen tasarımlar vardı, kulağa tasarımla uyuşan müzikler çalıyordu  ya da benim o anki ruh halim bunu böyle kabul ediyordu şu an emin değilim. Marinayı gezdikten sonra oranın meşhur dondurmacısı olan Rumeli dondurmacısından dondurma alıyoruz. Dondurmamızı yerken hemen yan tarafındaki sergi salonu olarak kullanılan tarihi bir kiliseyi dolaşmak için içeri giriyoruz. Girer girmez garip bir uyarı levhası bizi uyarıyor:)


Neyse içeri giriyoruz.
                       
     Kilisede sergilenen resimlerden çok kilisenin yapısı dikkatimi çekiyor. Bir iki poz alıyorum duvar işlemelerinden kubbesinden tavan süslemelerinden.

                                                       

     Çeşme esnafının mizah yünleri çok ağır basıyor.

                                                                                            
        Dönüyoruz çadırımıza ertesi gün Dalyan sahili ve akşamına Alaçatı gezme hayalleriyle uykuya dalıyoruz. Sabah kalkıyoruz yine yüzümüzü denizde yıkıyoruz çadırımıza dönüş... Kıyafetleri değiştirdikten sonra kahvaltı faslı. Bu ve bundan sonraki kahvaltılarda biraz değişikliğe gidip Çiftlikköy'de bulunan pastanelerin börekleri, serpme kahvaltılıklarımız ve sahil kenarında bulunan kahvehanenin adaçayları eşliğinde yürütüyoruz.

                                        

       Kahvatı işi bittikten sonra dalyan plajına gidiyoruz.
       Dalyan plajı küçük bir koyda bulunuyor, yerleşim yerlerinden alçakta kalıyor ve güzel bir manzarası var. Denizi bir Ilıca kadar olmasa da iyi. Bu sahilde de 1-2 saat uyuyorum ama ne uyumak. Üşümüşüm farkında olmadan deri yelek ve ceketimi de üstüme atmışım. Öncesinde aldığım alkolün etkisiyle yatak döşek uyuyorum. Uyanınca denize girsem de kendime gelmem kolay olmuyor.



    Dalyandan ayrılmadan duşumuzu alıp üstümüzü değişip akşam olmadan Alaçatı'ya gidiyoruz. Ufak bir not; kamp alanımız merkeze uzak, ters bir istikamette olduğu için plaj eşyalarını ve gece kıyafetlerimizi yanımızda götürüyoruz hangi ortama gireceksek ona göre giyiniyoruz.
     Alaçatı'da bulunan yel değirmenlerinin orada takılıyoruz biraz gün batımı falan ıvır zıvır 


      Hava kararınca Alaçatı sokaklarını dolaşıyoruz. Hani Çeşme marinadaki mekanların tasarımından etkilenmiştim ya burası 2 katı güzellikte hem yerleşim biçimi olarak hem de sokakların temizliği işletmelerin zarifliği fevkalade.





     İçinde  koleksiyoncusu, sanat atölyesi gibi çok ilginç dükkanlar, eşyalar ve yapılar var. Boydan boya geziyoruz.


    Dönmeden böylesi güzel bir yerde rakı balık yapıyoruz, epey keyifleniyoruz. Bol sohbetli güzel bir akşamdı..


     Yarı baygın zigzaglar çizerek dönüyoruz yine kamp alanımıza .Yatağın eksilen havasını basıp uyumak istiyoruz ama oda ne hava rüzgarlı değil ne yapalım bizde 1 saat kadar sahilde oturuyoruz denizi dinliyoruz yıldızları seyrediyoruz.


     Sabah geç kalkıyoruz 11 gibi ertesi gün dönüşe geçeceğimiz için yayıyoruz kendimizi, dinlenmeye adıyoruz o günü. Ben bi ara benzinciye gidip motorumun genel bakımlarını yapıyorum.
     Dönüyorum kamp yerinin dibinde olan pırlanta sahilinde takılıyoruz rüzgar sörfü yapanları izliyoruz,dalgalı denizle güreşiyoruz sahilde en iyi yaptığım işlerden olan uyuma işini gerçekleştiyorum.


Akşam olunca biraz toparlanıyoruz kullanmayacağımızın eşyalarımızı kaldırıyoruz hatta o kadar kaptırmışız ki kendimizi sabaha iş çıkmasın diye yan çantalardan birini motora bile yüklüyoruz.


      Bu işler bitince ise sabah, marketten aldığım eti, kavunu, mezeleri, rakıyı dolaptan alıyoruz.  Kendimize bir güzel mangal ziyafeti çekiyoruz.




      ve Çeşme'den ayrılmadan  ay bize elveda  için en güzel yüzünü gösteriyor. Ay'a da teşekkür ediyoruz gecemizi aydınlattığı için :) 



     Ertesi gün 700 km yolun korkulu düşüncesiyle alarmı 7'ye kurup bir cesaret uyuyorum. Uyandığımızda alelacele toparlanıyoruz sahil kahvesinde o böreklerle kahvaltımızı yaptıktan sonra düşüyoruz yola.... 

     Hiç durmadan Akhisar'a geliyoruz. Benzin, sigara, uyuşukluk molasından sonra çıkıyoruz tekrardan. Bacaklarımda oluşan uyuşukluğu gidermek için arada koruma demirine yaslıyorum ayaklarımı yine. Aralıksız Susurluk'a geliyoruz. Haziran ayında yolumuzun düştüğü Köfteci Yusuf'a uğruyoruz tekrar. Öncesinde tok karnına yemiştim köftelerini haliyle beğenmemiştim, bu kez aç karnına denedim; cık, yok yine beğenmedim. Ama insanlar ayıla bayıla indiriyordu köfteleri? demek ben köfte sevmiyorum. 


     Susurluk'tan çıkıyorum yine aralıksız saat 16:00 gibi Yalova-Topçular iskelesine geliyoruz.

Tur boyunca bizi yalnız bırakmayan gölgelerimizle

      Biniyoruz feribota, bir çay alıp sigara eşliğinde oturuyorum. Garip bir ruh hali alıyor beni, hem o kadar yolu bitirmenin ve 60 km kadar yolumun kalmasının rahatlığı var, hem de geri kalan o 60 km yolun nasıl trafik yoğunluğu olacağının tedirginliği var, ki zaten tedirginliğim boşa çıkmadı da. Bir  de bitmesini istemediğim bir tatil bitti, gitmek istemediğim bir İstanbul'a geldik. Ooff. Hani derler ya insanın evi gibi yok diye, bende yalan çıktı hala o günlerin etkisindeyim hatta eve geldiğim ilk gün hemen uyum sağlayamadım gece balkonda yatarak evrilmeye çalıştım.

      Tatil boyunca 1900 km yol yapmış motorum beni hiç üzmedi. Yakıt konusunda ise tam emin değilim ama 25 veya 27 kuruş arası bir şeyler yaktı. Benim için çok farklı bir deneyim oldu, üstümde kalan 1 senenin çalışma yorgunluğunu bu 8 günde attım ve bazı yargılar bıraktı. Örneğin hiç bir fırsatı kaçırmayıp anı yaşamının tadına varacağım sebepsiz  ertelemeyeceğim. Belki de bu düşünce tatil modundan hala çıkamadığım içindir kim bilir yarın yine eskisi gibi olurum. Bu benim ilk blog deneyimim nasıl ve neyi yazıp yazmamam konusunda bir bilgim yok aklıma geldiği gibi gitti. Fazla uzun ve gereksiz detaylı olabilir. Sürçü lisan ettiysem affola.

Gezen Kafalar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR SEYAHAT HAYAL ETTİK; HAYDİ GERÇEKLEŞTİRELİM - AVRUPAYI KEŞFEDELİM

ROMA'YI NASIL GEZDİK NELER YAPTIK?

AVRUPA'DA ARAÇ KİRALAMA VE SÜRÜŞ DENEYİMİ